DEPRESİF BOZUKLUKLARIN RİSK FAKTÖRLERİ VE NEDENLERİ
YAYGINLIK: Major depresif bozukluğun toplumdaki yaşam boyu yaygınlığı yaklaşık %15 dolayındadır. Bu yaygınlık ve yıkıcı sonuçları nedeniyle, tüm hastalıkların topluma getirdiği ‘hastalık yükü’ sıralamasında, 2020 yılında birinci sıraya yükseleceği hesaplanmıştır
RİSK ETKENLERİ: Yaş: Ortalama başlangıç yaşı 30’lar gibi görünmektedir. İleri yaşta başlaması, bipolar bozukluğa göre daha olası bir durum olsa da, geç yaşta başlayan bir depresyonda da organik bir bozukluğun (beyinde tümör gibi bir lezyon ya da tıbbi bedensel başka bir hastalığın) araştırılması önem kazanır. Cinsiyet: Bipolar bozukluktan farklı olarak, major depresif bozukluk kadında erkeğe göre iki kat fazla görülür. Bunun nedeninin hormonal özellikler gibi biyolojik etmenler mi, yoksa kadınların toplumlarda daha fazla ve farklı strese maruz olmaları gibi psikososyal etmenler mi olduğu sorusu tam yanıtlanmamış olsa da, her iki etmeninin birlikte sorumlu olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, menopoz da bir risk etmeni gibi görünmektedir. Sosyoekonomik durum/Irk ve etnik köken: Bu konudaki sonuclar çelişkili olsa da, genelde bunlar risk etmeni olarak görülmemiştir. Evlilik durumu: Evlenmemiş ya da boşanmış olmak daha çok erkekler için bir risk etmeni olarak ortaya çıkarken, dul kalmış olmak her iki cinsiyet için de risk oluşturur ve bu risk yaş ilerledikçe artar.
NEDENLER: Depresif bozuklukların neden ve oluşum mekanizmaları henüz tam aydınlatılabilmiş değildir.Genetik açıklamalar bipolar bozuklukta %70 dolayında bir güçteyken, depresif hastalıklarda bu oran %50’ye iner. Yani depresif bozukluklarda psikososyal faktörler de önemli bir açıklama alanı oluşturur. Çocukluktaki ana/baba kaybının önemini vurgulayan görüşlere karşılık, bunların sınırlı bir anlam taşıdığı savları da bulunmaktadır. Eş kaybı ve işsizlik ise diğer önemli çevresel faktörler olarak öne sürülür; ancak, o kişi üzerinde etkili olabilen herhangi bir önemli yaşam olayı, genelde bir depresif dönemin tetikleyicisi niteliğindedir. Gene de bu etki kişiden kişiye değiştiğinden, major depresif bir dönemin olumsuz bir yaşam olayının otomatik sonucu olarak görülemeyeceği, asıl faktörün o kişideki depresyona yatkınlık derecesi olduğu, yaşam olaylarının bu yatkınlığı tetikleyerek depresyonu ortaya çıkardığı görüşü günümüzde geçerlidir. Bu yatkınlığın, genetik faktörler ve çocukluktaki travmatize edici olayların birlikte etkisiyle oluştuğu düşünülebilir.
Biyokimyasal açıklamalar:Depresif bozuklukların ‘beyindeki hangi mekanizmalarla’ oluştuğu sorusuyla bağlantılı olarak, bipolar bozukluk depresyonu için öne sürülen açıklamalar, depresif bozukluklar için de geçerli görülebilir: Yani, ‘serotonin sistemindeki doğumsal (genetik) bir düşük aktivitede çalışma özelliği, duygudurum bozukluklarına yatkınlığı temsil ediyor olabilir. Böylesi düşük aktivite sürerken, serotonin ya da noradrenalin aktivitesinin düşmesi farklı tip depresyonlara yol açıyor olabilir. Bugün kullandığımız antidepresan ilaçların genelde serotonin ve /ya da noradrenalin etkinliğini artıran ilaçlar olması bu düşünceleri doğrular niteliktedir. Ancak, bu “eski” varsayımları oluşturan çalışmaların, bugün için yöntemsel olarak yetersiz, bu açıklamaların da ‘fazla basite indirgeme’ olarak görüldüğünü de vurgulamak gerekir.
Psikodinamik açıklamalar,Depresif bozuklukların ‘beyindeki hangi mekanizmalarla’ oluştuğu sorusuyla bağlantılı olarak, bipolar bozukluk depresyonu için öne sürülen açıklamalar, depresif bozukluklar için de geçerli görülebilir: Yani, ‘serotonin sistemindeki doğumsal (genetik) bir düşük aktivitede çalışma özelliği, duygudurum bozukluklarına yatkınlığı temsil ediyor olabilir. Böylesi düşük aktivite sürerken, serotonin ya da noradrenalin aktivitesinin düşmesi farklı tip depresyonlara yol açıyor olabilir. Bugün kullandığımız antidepresan ilaçların genelde serotonin ve /ya da noradrenalin etkinliğini artıran ilaçlar olması bu düşünceleri doğrular niteliktedir. Ancak, bu “eski” varsayımları oluşturan çalışmaların, bugün için yöntemsel olarak yetersiz, bu açıklamaların da ‘fazla basite indirgeme’ olarak görüldüğünü de vurgulamak gerekir.
Bilişsel kuram:Bu bakışla depresyonun nedeni, depresyona yatkın olan kişilerin kendini, dış dünyayı ve geleceği olumsuz algılama-değerlendirme şeklinde, bilişsel (düşünme-algılama-değerlendirme) çarpıklık içinde olmalarıdır. Yani bu kişiler, her olumsuzluktan kendilerini sorumlu görme, kendilerini değersiz ve hatalar yapan bir kişi olarak algılama eğilimlidirler. Ayrıca, dış dünyadaki olayları hep olumsuz yönleri abartarak, olumluları görmezden gelerek algılarlar. Geleceği de, benzer şekilde, “daha da olumsuz olacak” şeklinde görmektedirler. Bu, gerçekleri saptırarak herşeyi ve kendini olumsuz algılama eğilimi, bazı olaylarla tetiklendiğinde ise depresyona girmektedirler. Bu çarpık algılama eğiliminin, erken çocukluk dönemindeki olumsuzluklarla ortaya çıkıp, süren algılama-değerlendirme hatalarıyla giderek daha da pekiştirildiği düşünülür.
Öğrenilmiş çaresizlik:Depresyonun psikolojik açıklamasındaki başka bir önemli kuramdır ve deney hayvanlarında gösterilmiştir. Temelde, kaçamayacağı stres koşullarında (örneğin, elektrik şoku verilen ve kaçış yolları kapatılmış bir kafeste) bulunan bir kobayın, önce kaçış için bir mücadele dönemi geçirdikten sonra, bu mücadeleyi bırakarak koşullara boyun eğdiği (elektrik şoku verilmesine rağmen artık hareketsiz kaldığı); üstelik, daha sonra kaçış yolu açıldıktan sonra da kaçmadığı ve hareketsiz kalmayı sürdürdüğü (yani yanlış olarak, ‘kurtuluş olmadığı’ şeklinde bir ‘öğrenilmiş çaresizlik’ durumnunda olduğu için çıkışı göremediği) deneyine dayanır. Depresyon durumundaki hastanın da ayni durumda olduğunu, onu iyileştirebilmek için, depresyondan çıkaracak bakış açılarını, düşünce ve davranış biçimlerini ona ‘yeniden öğretmek’ gerektiğini savunur.
Bilişsel ve öğrenilmiş çaresizlik kuramları, depresyon tedavisine, bilişsel-davranışsal psikoterapi şeklinde yansırlar.
Maçka Cad. Beyaz Apt. No:15 Kat:3 D:6 Maçka - İstanbul
info@olcayyazici.com.tr
+90 212 246 41 21
+90 538 962 57 42