YARATICILIK, PSİKİYATRİK HASTALIK, BİPOLARİTE

Eklenme Tarihi: 2016-04-20

Yaratıcılığın ancak ruhsal olarak sağlıklı olma durumunda ortaya çıkabileceği görüşüne karşılık, psikiyatri hastalarının çarpıcı etkinlikte sanat ürünleri ortaya koyabilmesi; üstelik, yaratıcılığın psikiyatrik hastalık gruplarında normallerden daha fazla olduğu saptamaları, üzerinde düşünülmesi gereken sorular ortaya koymuştur:

1. Bu gözlem, hastalığın tahrip edici gücüne karşın, kişinin yaratıcı potansiyelinden ‘geride kalanın hala işlev görmesi’ gibi mi algılanmalıdır? Yani psikiyatrik hastalık yaratıcılığı artırmamakta, tersine bozmakta ama yaratıcıları daha fazla mı “tutmakta” dır?

2. Böyle bir ilişki varsa, bu belli bir akıl hastalığı tipine mi özeldir, yoksa tüm psikiyatrik bozuklukları mı kapsamaktadır?

3. Bu ilişkide hastalığın şiddeti bir faktör müdür?

4. Bipolaritenin yaratıcılığa neden olduğunu mu, yoksa yaratıcılığı yalnızca artırabilecek bir etken olduğunu mu düşünmeliyiz?

5. Bu ilişki varsa, genetik mi yoksa çevresel faktörlerle mi bağlantılıdır?

6. Bu ilişki resim, müzik vb belli bir sanat dalına mı, yoksa genel olarak tüm sanat dallarına mı ya da sanat, bilim, felsefe, politika gibi her alanda geçerli bir ‘yaratıcılık yetisi’ anlamında mıdır?

7. Tedavi için kullanılan ilaçlar yaratıcılığı etkiler mi?

8. Psikiyatrik bozukluklar yaratıcılıkla ilişkiliyse, onları tedavi etmek ya da ortadan kaldırmak insanlığın geleceğini nasıl etkileyebilir?

Psikotik sanatın ‘altın çağı’nda, hastalar büyük akıl hastanelerine kapatılmışlardı ve etkili tedavi yöntemleri henüz bulunmamıştı. Bu dönemde görüldü ki, hastaların ancak %2’den azı yaratıcı bir etkinlik gösterebiliyordu. Yani akıl hastası ya da psikotik olmak, otomatik olarak ‘şizofrenik sanatçı’yı yaratmıyordu. Ancak, bu yaratıcı grubun önemli bölümünün, daha önce sanat eğitimi almış ve bu alandaki yeteneğini ortaya koymuş kişiler olmasına karşın, daha önce hiç sanat eğitimi almamış, sanatla hiç uğraşmamış bazı hastaların da, hastaneye kapatıldıktan sonra, şaşırtıcı güçte ürünler yaratabildiğinin görülmesi ilginçti ve bu gözlem, ‘psikiyatrik hastalık ya da hastaneye kapatılmanın yaratıcılığı artırabileceği’ sorusuna yol açmıştı. Prinzhorn, ‘psikotik hastalığın kişideki potansiyel yaratıcılığı harekete geçirdiğini’ söylüyordu. Diğer yandan, psikotik sanata ilişkin en çarpıcı örneklerin hastaların hastaneye kapatılmış, yalnız, izole ve tedavisiz olma koşullarında ortaya çıkmış olması ve daha sonraki dönemlerde, hastalar sosyalize oldukça (ya da belki hastalıkları hafifleyip düzeldikçe veya ilaç kullanım etkisiyle), sanat ürünlerinin benzersiz ve çarpıcı görünümünün de sıradanlaştığı görülmüştü. Bu olgu ise, ‘hastalık ve izolasyonun, bazen, o ana kadar gizli kalmış olsa da, var olan yaratıcılığı ortaya çıkarıyor olabileceğini’ düşündürmüştü. Prizhorn, ‘içgüdüsel, amaçsız ve ne yaptığını bilmez görünen, dışsal bir yönlendirici olmaksızın patlayan, yaratıcı bir şekillendirme isteğinden’ söz etti. Forel ise, hastanın ‘hastalıkla savaşmayı bırakıp, hatta ona hayranlık duyup ondan beslenerek, yaratmayı yaşamak için bir destek haline getirdiğini’ ileri sürdü.

Ancak, bu yorumları doğru değerlendirebilmek için, süreci tarihsel gelişim içersindeki verilerle incelemek gerekir. Antik Dönem’den beri delilik ve melankoli ile yaratıcılık arasında bir ilişkinin vurgulanmaya başladığını, o dönemde mani “delilik” olarak adlandırıldığından, bu ilişkinin başlıca manik ve melankolik tablolarla yani bipolariteyle bağlantılandığını düşünebiliriz. 18.YY’da ise, “yaratıcılık için sağlıklı, dengeli işleyen beyin işlevleri gerekir” görüşünün hakim olduğu ve “delilik-yaratıcılık” ilişkisine karşı çıkıldığı görülmektedir. Ancak, 19.YY’da, özellikle manik dönemlerin yaratıcılık artışına neden olduğu gözlemi vurgulanarak, tekrar Antik bakışa yaklaşılmıştır. 20.YY’ın ilk yarısında ise, bipolaritenin yaratıcılık artışıyla ilişkisi iki ayrıntıyla ileri sürülmüştü: İlki, şiddetle ilgili olup, ancak hafif bipolar bozukluk biçimlerinin yaratıcılık artışıyla birlikte olabileceği; ikincisi ise, ancak yaratıcı potansiyeli olanlarda bipolaritenin bunu artırabileceği şeklindeydi. Aslında bu görüşlerin günümüzdeki bakış açısının da temeli olduğu söylenebilir.

A) Biyografik çalışmalar: Bu konudaki ilk bilimsel denebilecek çalışmalar, 19 YY sonu ve 20.YY başında başladı. Bunlar ölmüş yazar ve sanatçılardaki psikiyatrik bozuklukları inceleyen olgu öyküleri niteliğindeydi. Lombroso (1891), dahilerdeki manik-depresif hastalık oranını aşırı yüksek buldu. Daha sonra bu çizgideki bir kaç çalışma daha, dahi denen ya da ünlü kişilerde, psikiyatrik bozukluk, duygusal dalgalanmalar ve manik-depresif hastalığın yüksek bulunduğunu bildirdi.

Bu açıdan ilk geniş kapsamlı çalışmayı yapan Juda (1949), 113 Alman sanatçı, yazar, mimar ve besteciyi inceleyerek, bilim adamlarında “manik depresif hastalığı”, sanatçılarda ise “şizofreni ve psikozu artmış” buldu. Ancak, o dönemde şizofreni ile manik-depresif (bipolar) bozukluk ayrımı zordu ve çoğu bipolar hasta şizofreni olarak tanılanıyordu. Daha sonra başka araştırmacılar da, ünlü kişilerde psikiyatrik bozuklukların beklenenden fazla görüldüğünü doğruladılar.

Özetle, ilk evre çalışmaları, yaşamayan ünlü sanat ve bilim adamlarının, başlıca yazar, şair, sanatçılar üzerinde olmak üzere, biyografilerini inceleyerek, bunlardaki manik-depresif hastalık, intihar, psikiyatri hastanesine yatış, duygudurum bozukluğu ve psikoz oranlarını beklenenden yüksek bulmuştu. Kişisel mektup, anı ya da başka bir yazarca yazılan biyografilerin, sonuçta sınırlı bir güvenilirlik taşıyacağı açık olmakla birlikte, bu gözlemlerin ısrarla aynı sonucu işaret etmesi dikkat çekiciydi.

B) Yaşayan yaratıcıların incelenmesi: Jamison (1989), önemli İngiliz yazar ve sanatçılarında, duygudurum dalgalanmaları ile yaratıcılık ilişkisini inceledi. Katılımcılara şimdiye kadar bir duygudurum bozukluğu geçirip geçirmedikleri ve tedavi görüp görmedikleri soruldu. Sonuçta, %38’nin böyle bir bozukluk tedavisi gördüğü saptandı. Bu oran genel toplumdakinin çok üzerindeydi ve saptanan bozuklukların büyük bölümü bipolariteye uymaktaydı. Yöntemsel açıdan en güçlü çalışma Andreasen ve ark.’dan (Andreasen ve Canter 1974, Andreasen ve Powers 1975, Andreasen 1987) geldi. Araştırmacılar yaratıcılık ve psikiyatrik bozukluk ilişkisini, standardize tanı ölçütleri, yapısallaştırılmış görüşme ve kontrol grubu kullanarak incelediler. Sonuçta, duygudurum bozuklukları (yani bipolar ve depresif hastalıklar) oranı yaratıcı yazarlarda %80, yaratıcı olmayan kontrol grubunda ise %30 bulundu. Bu çalışmaların öncekilere göre belirgin yöntemsel üstünlüğü vardı. Ancak, kontrol grubundaki duygudurum bozuklukları oranının da beklenenden, yani genel toplumda saptanandan, çok daha yüksek olması bir soru işareti doğuruyordu.

Özetle, yaşayan sanatçılar üzerindeki çalışmalar da biyografik çalışma sonuçlarını doğrulayarak, ünlü yazar ve şairlerdeki duygudurum bozuklukları ve bipolarite oranlarını beklenenden çok yüksek buldu. Bu çalışmalar hem yaşayan kişilerle görüşme avantajı hem de belirgin yöntemsel üstünlükler sunmaktaysa da, olgu sayısı azlığı, yaratıcılık ve psikiyatrik bozukluk ölçütlerindeki bazı tartışmalı noktalar gibi sorunlar da içermekteydiler.

C) Aile çalışmaları: Lombroso (1891), ünlü yazar, sanatçı ve bestecilerdeki psikiyatrik bozukluk oranlarını yüksek bulurken, bunların akrabalarında da hem yaratıcı başarı hem de psikiyatrik bozukluk oranlarının yüksek olduğunu bildirmişti. Benzer şekilde, Juda (1914), artist ve yazarların birinci derece akrabalarında manik-depresif hastalık, intihar, siklotimi ve psikoz öyküsünün yüksek olduğunu saptadı. Jamison da (1993), öndegelen İngiliz ve İrlandalı şairlerin birinci derece ve daha uzak akrabalarında manik-depresif hastalık, intihar ve psikoz oranlarını fazla bularak bu görüşü destekledi. Karlsson (1970), daha sistematik bir araştırmada, psikotik hastalar ve bunların birinci derece akrabalarındaki sanatsal ve entellektüel açıdan ün kazanmış olma oranını, genel toplumdakinin çok üzerinde buldu ve şizofreniyle yaratıcılık arasında ailesel bir bağ olduğunu ileri sürdü. Ancak bu bulgu daha sonra, o dönemde şizofreni-bipolar bozukluk ayrımının iyi yapılamamasıyla bağlantılı görülerek, şizofreni denen hastalardan çoğunun aslında bipolarlar olduğu şeklinde yorumlandı (Goodwin & Jamison 2007).

Yaşayan sanatçı ve yazarlar üzerindeki çalışmalarda da, bunların birinci derece akrabalarındaki duygudurum bozuklukları oranı, kontrolların akrabalarındakinden daha fazla bulunarak, yukardaki sonuçlar desteklendi. Yazarların akrabalarında duygulanım bozukluğu oranı %42 iken, kontrollarınkinde %8 idi. Yaratıcı başarı oranı da %20’ye %8 şeklinde farklıydı (Andreasen 1987).

Richards ve ark. ise (1988), bipolar hastalar ve onların akrabalarındaki yaratıcılığı gene kontrol gruplarındakinden anlamlı yüksek bulurken, bir başka sonuca dikkati çektiler: Yaratıcılık düzeyi en yüksek olarak, bipolar hastaların normal akrabalarında ve hafif bipolar olgularda saptanmıştı. Araştırmacılar bu sonuçları şöyle yorumladılar: “Yaratıcılık, bipolar özelliğin hafif ya da “görünmeyen” biçimde olması durumunda, normal kişiler ve şiddetli bipolar hastalardakinden daha yüksektir. Yani, bipolariteye yatkınlık yaratan genler yaratıcılığa da yatkınlık yaratmakta, ama bu avantajın ortaya çıkabilmesi için, hastalığın bozucu bir şiddette olmamaması gerekmektedir”.

Simenova ve ark. da (2005), bipolarlar ve onların bipolar çocuklarındaki yaratıcılık skorlarını, normallerden daha yüksek buldu. Ancak, çocuklardaki yaratıcılık düzeyi, hastalık süresi uzadıkça (veya belki ilaçların etkisiyle) düşüyor gibi görünmekteydi. Bu sonuç bir ikilem üzerine kafa yormayı gerektiriyordu: Bir yandan, hastalık ataklarının yinelemesiyle yaratıcılığın bozulmasını önlemek için, bipolar çocukları erken yaşta koruma tedavisine almak doğru olabilirdi. Ama diğer yandan, yaratıcılığı bozan ana etken ilaçlar ise, tedaviyi planlarken yaratıcılığı korumak da dikkate alınması gereken bir konuydu.

Özetle bu çalışmalar, bipolarite ve yaratıcılığın belirli ailelerde toplanma eğilimi gösterdiğini düşündürse de, bu sonucun genetik faktörlere mi bağlı olduğu; yoksa asıl nedenin aile ve çevresel koşullarla, yani kişinin yetiştiği ortamla mı ilişkili olduğu sorusu yanıtlanamamıştı.

Evlat edinme çalışmaları: Bu soruyu McNeil (1971), evlat edinme deseniyle araştırdi: Danimarka Genetik Araştırma Projesi’nin bir parçası olarak, doğumdan hemen sonra evlat edinilmiş bireyler incelendi. Yaratıcılık, “sanat alanında ün kazanmanın derecesine” bağlı olarak, “yüksek”, “ortalamanın üstü” ya da “düşük” şeklinde değerlendirildi. Psikiyatrik hastalık oranı en yüksek olarak, “yüksek yaratıcı” kişiler ve onların biyolojik anababalarında bulundu. Evlat edinilen çocukların yaratıcı yetenek düzeyi, hem kendilerindeki hem de biyolojik anababalarındaki psikiyatrik hastalık oranı ile anlamlı ilişkideydi. Oysa, evlat edinilenin yaratıcılık düzeyiyle, evlat edinen anababa ve onların biyolojik çocuklarındaki psikiyatrik hastalık oranları arasında ilişki yoktu. Bu veriler, yaratıcılıkla ilişkili olanın, doğum sonrası (yetiştiği çevre koşulları) değil, doğum öncesi (genetik) etkenler olduğunu düşündürmekteydi.

Bipolar bozukluğun, düzeneği tam anlaşılmış olmasa da, ailesel geçiş bağlantısı açıkça görünmektedir. Yaratıcılık için de ayni şey düşünülebilir. Bu ilişkinin çeşitli açıklama modelleri ileri sürüldü: 1. Bipolaritenin varlığı yaratıcılığa neden oluyor olabilir. 2. Aile ortamı yaratıcılık ve bipolarlaritenin birlikte iletilmesini etkiliyor olabilir. 3. Bipolarite ve yaratıcılık bağımsız olarak anababadan iletiliyor olabilir. 4. Yaratıcılık ve bipolariteye yol açan genler bağlantılı olup, nesiler boyu birlikte iletiliyor olabilir (Simenova ve ark, 2005).

Bipolar bozukluğun mani, depresyon ya da karma dönemlerinde, bilişsel (kognitif) ve davranışsal çarpıcı değişmeler oluşur ve bunların yaratıcılığı etkiliyor olması mümkündür. Yaratıcı sanatçılardaki yaratma evresindeki, ayrıca bunun hemen öncesi ve sonrasındaki yaşantılamalar da (düşüncenin taşkın genişlemesi, yeni fikirler, düşünceler arasında alışılmamış bağlantılar kurabilme, öfori, grandiyözite, uyku gereksinim azalması, enerji artışı vb) özellikle hipomanik belirtilere çok benzerdir. Bu durumda, bipolar özelliklerden hipomani ve siklotimi yaratıcılıkla ilişkide öne çıkmaktadır. Ancak, derin bir çöküntü ve umutsuzluğun yaşandığı depresyonlar ve tümüyle gerçek dışı bir evrende yaşanan psikotik dönemlerden iyileşerek çıkmanın getirdiği yaşantısal ve felsefi zenginliğin de yaratıcılığa olası katkıları görmezden gelinemez.

Ayrıca, bipolarlardaki bu görünür büyük dalgalanmalar dışında “normal” oldukları dönemlerde, daha ufak dalgalanmaların, ya da özel bir kişilik yapısının (duygulanımsal kişilik), sürdüğü ve bunların da yaratıcılığı etkilediği düşünülebilir. Gerçekten de, yaratıcı bireylerde sık görülen ısrar, ince zeka, kendine güven, riskten zevk alma, yüksek enerji, bağımsızlık, coşku, asilik, şakacılık gibi özelliklerin, ayni zamanda hipomanik ve siklotimik kişilerde de bulunduğu (Goodwin & Jamison 2007); ve yaratıcı ve bipolar kişiler arasındaki kişilik özellikleri benzerliğinin, normallerle olan benzerliklerine göre çok daha fazla olduğu (Nowakowska ve ark. 05) gösterilmiştir. Benzer şekilde, son iki çalışmada, yaratıcı bireylerde siklotimi artmış olarak bulunmuştur (Akiskal 05, Nowakowska 05).

Bu verilerle, yazının başlangıcında yer alan sorulara şimdilik şu yanıtları vermek olası görülebilir:

1. Psikiyatrik hastalıklar yaratıcılığı artırıyor mu, yoksa tersine tahrip etmesine rağmen, yaratıcı kişilerde daha fazla mı görülüyor?

Genelde psikiyatrik bir hasta olmanın yaratıcılığı artırabileceği söylenemez. Psikotik ve izole koşullardaki hastalar çarpıcı, değişik ve sarsıcı sanat ürünleri ortaya koyabilmiş ve sanat dünyasını da etkilemiş görünseler de, bu sonucu “zaten yaratıcılığı yüksek olan bir kişide hastalığın başlaması yaratma biçimini değiştirerek, yeni sentezlere yol açabilir” şeklinde yorumlamak daha doğru olabilir. Aslında, kronik bir yıkımla seyreden bir psikiyatrik hastalığın sonuçta yaratma yetisini de tümüyle tahrip etmesi beklenecek sonuçtur.

Buna karşılık, yaratıcılık yetisi ve özellikle “yüksek derecedeki yaratıcılığın”, bazı psikiyatrik hasta gruplarında, ısrarlı şekilde, normallere göre daha fazla bulunmuş olması ilginçtir. Bu durumda şu sorular hala geçerlidir: “Genelde” değil ama “bazı” psikiyatrik hastalıklar, yaratıcılığa neden olmakta, ya da var olan yaratıcılığı kantite ve/ya da kalite olarak artırmakta olabilir mi? Yoksa bu hastalıklar, yaratıcılıktan bağımsız bir nedenle, yaratıcı kişilerde sadece daha fazla mı ortaya çıkmaktadır?

 

2. Böyle bir ilişki varsa, hangi tip psikiyatrik hastalıkları kapsamaktadır?

 

 

Saptanan ilişki kanıtları, önceleri, yaratıcılığın şizofreni, bipolarite, psikoz ve kişilik bozukluğu gibi, oldukça geniş bir psikiyatrik hastalıklar grubuyla ilişkili olabileceğini düşündürmüştü. Ancak, daha sonra, Antik Dönem’den beri dikkati çeken beğlantı, manik-depresif (bipolar) hastalık ön plana çıktı. Çalışmalar yaratıcılığı özellikle bu hastalığın hafif biçimleri (hipomanik dönemler ve siklotimi) ile en yüksek bağlantıda gösterdi.

 

3. Bu ilişkide hastalığın şiddeti bir faktör müdür?

 

Veriler, bipolariteyle yaratıcılık arasındaki ilişkinin, bipolar özelliklerin belirtisiz (genetik olarak bipolar özellik taşıyan normaller) ya da hafif belirtilerle seyrettiği (siklotimikler ve hipomanik dönemler) kişilerde daha belirgin olduğunu işaret etmektedir. Yani, genetik olarak bipolar özellik taşımak bir avantaj olabilir, ama yaratıcı bir üretkenlik için hastalığın bunu bozucu değil artırıcı bir düzeyde seyretmesi gerekmektedir.

 

4. Bipolaritenin yaratıcılığa neden olduğunu mu, yoksa yaratıcılığı yalnızca artırabilecek bir etken olduğunu mu düşünmeliyiz?

 

Şimdilik eldeki verilerle şu yorum daha uygun görünmektedir: Sanat ve diğer alanlardaki yüksek yaratıcı kişilerde, normal topluma göre bipolar özellikler daha fazla bulunmuş olsa da, bu kişilerin büyük bölümünün bipolar olmadığı da bir gerçektir. Yaratıcı olmayan bir kişide bipolar dönemler (örneğin düşüncelerin hipomanik bir atakla hızlanması) yaratıcı bir başarıyla sonlanmayacaktır. Ancak, yaratıcı, özellikle yüksek yaratıcı potansiyeldeki bir kişide, böylesi bir hızlanma hem üretkenliğin sayısal olarak artmasına, hem de yeni fikirler ve fikirler arasında yeni bağlantılar ortaya çıkmasını kolaylaştırıp hızlandırarak, yaratıcılığın nitelik olarak da daha ileri bir düzeye ulaşmasına yol açabilir. Bu nedenle, genetik çalışmalar bu bağlantının niteliğini aydınlatana kadar, bipolariteyi, yaratıcılığa doğrudan neden olmaktan çok, onu artırabilecek bir etken olarak görmek daha doğru olacaktır.

 

5. Bu ilişki varsa, genetik mi yoksa çevresel faktörlerle mi bağlantılıdır?

 

Elimizdeki veriler bipolariteyle yaratıcılık arasında bir ilişkinin varlığını ve buradaki ana belirleyicinin çevresel (ailesel ve sosyal) değil, genetik özellikte olduğunu düşündürmektedir. Ancak, bu bağlantının niteliği henüz çözülebilmiş değildir. Yaratıcılık ve bipolarite ayni genlerle iletiliyor olabilir. Ya da farklı genlerle iletilmesine karşın, bipolar özellik yaratıcılığa zemin hazırlıyor ya da artmasına neden oluyor olabilir.

 

6. Bu ilişki resim, müzik vb belli bir sanat dalına mı, yoksa genel olarak tüm sanat dallarına mı, ya da sanat, bilim, felsefe, politika gibi her alanda geçerli bir ‘yaratıcılık yetisi’ anlamında mıdır?

 

Bu konudaki veriler yetersiz olsa da, bipolarite, en yüksek olarak şiir olmak üzere, başlıca edebiyat, sonra tüm sanat dallarında, ama ayrıca bilim, politika, felsefe vb tüm alanlardaki yüksek yaratıcılık, ön plana çıkma, lider olma gibi özelliklerle bağlantılı görünmektedir.

 

7. Tedavi için kullanılan ilaçlar yaratıcılığı etkiler mi?

 

İlaçlar konusundaki endişeler bazen yalnızca temelsiz önyargılara dayanmaktadır. Ama bazen o kişi için gerçek olabilir. Bu konudaki veriler çok az ve genelde sadece lityuma sınırlıdır. Schou (1968) üç normal kişiye lityum verdiğinde, hafif ilgisizlik, zihinsel yavaşlama ve pasiviteden söz etmişti ki, bunlar normal yaşamda pek engelleyici olmasalar bile, yaşamını yaratıcılıkla sürdüren kişiler için önemlidir. Benzer şekilde, Polatin & Fieve (1971) de, lityum kullanan yaratıcı bireyleri incelediler. Bu olguların başlıca yakınması, lityumun bir fren gibi etkiyip, kendilerini ifade, dürtü ve motivasyonlarını yok ederek yaratıcılıklarını engellediği idi. Buna karşılık, Schou (1979) ve Marshall ve ark (70), lityum tedavisindeki toplam 30 yazar, sanatçı ve işadamını incelediklerinde, olguların %77’si lityum ile üretkenliklerinde bir artış olduğunu ya da bir değişme olmadığını bildirdi. Ancak, bu çalışmadaki kişiler, yaşamlarını yaratıcı işlerle kazansalar da, yüksek yaratıcı grupta değildi. Bu açıdan diğer çalışmalar da çelişkili sonuçlar verdi: Judd ve ark. (77), normal kişilerin yaratıcılığı üzerinde lityumun etkili olmadığını buldu; ama Shaw ve ark. (86), lityumun bipolar hastaların üretkenliğinde ciddi bir bozucu etki yarattığını bildirdi. Kocsis ve ark. (93) ise, lityumu kesmenin bellek, yaratıcılık ve motor performansta düzelme yarattığını saptadı. Stoll ve ark. (96) da, bipolar hastalardaki lityumla ortaya çıkan donuklaşma, kognitif ve motivasyonel sorunlar ve yaratıcılıktaki azalma gibi şikayetlerin, lityum kesilip valproata geçince düzeldiğini bildirdiler.

Sonuç olarak bu konuda şunlar söylenebilir: Psikiyatrik tedavide kullanılan bazı ilaçların bazı kişilerde “unutkanlık ve dikkat zorluğu” gibi, bilişsel yan etkiler yapabildiği bilinmektedir. Lityum da bu ilaçlardan birisidir. Ancak, bu yan etkiler herkes için değil bazı kişiler için sorun düzeyinde ortaya çıkmaktadır; böyle bir durumda da gerekirse ilacın değiştirilmesi düşünülür. Söz konusu birey “yüksek yaratıcı” gruptansa, bu yan etkilerin daha fazla önemsenmesi de doğaldır. Ayrıca, tüm hastalarda bipolar bozukluk koruyucu tedavisi planlanırken, amaç yalnızca hastalık ataklarını durdurmak değil, işlevselliği de en yüksek durumda tutmaktır. Farklı ilaçlara geçmekle o kişi için en sorunsuz ama etkili tedavi yöntemi bulunabilir. Diğer yandan, hastalığın tedavisiz kalması, hastanın tüm yaşam alanlarındaki işlevselliğini, bu arada kuşkusuz yaratıcılığını da yok edebilme ve üstelik intiharla sonlanabilme potansiyeli taşımaktadır. Dolayısıyla klinisyen, başarılı bir koruyucu tedavinin tüm bu riskleri yok edebilecek, ama yaratıcılık dahil, kişinin işlevselliğini üst düzeyde tutabilecek, o kişiye en uygun koruyucu tedaviyi araştırıp bulmak zorundadır.

 

8. Psikiyatrik bozukluklar yaratıcılıkla ilişkiliyse, onları tedavi etmek ya da ortadan kaldırmek insanlığın geleceğini nasıl etkileyebilir?

 

Genetik çalışmaların hızlı gelişimi ciddi etik soruların da ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Günümüzdeki çalışmalar, hastalıkların doğum öncesi incelemelerle saptanıp, hasta fetusların alınması yoluyla, giderek çeşitli hastalıkların insanlıktan yok edilmesi düşüncesine ilerlemekte. Bipolar hastalık da kalıtsal özelliği yüksek bir bozukluk olarak, ilişkili genleri saptandığı andan itibaren, bu tartışma alanına girecektir. Ancak, bipolar bozuklukta tartışıldığı gibi, yıkıcı sonuçları olan herhangi bir hastalığın, ayni zamanda henüz bilemediğimiz olumlu sonuçları da varsa, bu hastalıkları yok etmekle insanlığın bazı yetenekleri ya da özellikleri de yok ediliyor olabilir ve gelecek insan nesillerinin “neleri kaybetmiş” varlıklar olacağı belirsizleşebilir. Dolayısıyla sorun, sadece doğmamış çocuk ve onun potansiyel anababasını değil, tüm insanlığı derinden ilgilendirmektedir.

Bu soru 1930 Almanya’sında, bipolarlar için, “manik-depresifleri kısırlaşma” projesi şeklinde gündeme geldiğinde bile, Luxenburger, “bu hastalığın yüksek sosyoekonomik sınıflarda fazla oranda görüldüğünü…dolayısıyla muhtemel olumlu yönleri de olabileceğini.... bu özellikleri iletebilecek kardeşleri de olmayan bireylerde…bu projenin sakıncalı olabileceğini” söyleyebilmiştir. 90’larda ise, İnsan Genom Araştırması Enstitüsü Başkanı olan Collins, bu endişeyi şu şekilde dile getirmekteydi: “Manik-depresif hastalığın büyük ölçüde genetik faktörlerle ortaya çıktığı açıktır. Bu hastalık ileri derecede yıkıcı da olabilir. Ancak, yüksek derecede yaratıcı çok sayıda insanın da bu hastalığı taşıdığı anlaşılmaktadır. Şimdi, bu hastalığın genini saptadığımızı varsayalım. Her çift doğum öncesi testleri yaptırıp, taşıyıcı çocukların yok edilmesini kabul etse, biz çok ciddi sonuçları olabilecek bir sorun yaratmış olmaz mıyız? Gerçekten istediğimiz bu mudur?”

 

KAYNAKLAR

 

Akiskal KK, Savino M, Akiskal HS (2005) Temperament profiles in physicians, lawyers, managers, industrialists, architects, journalists, and artists: A study in psychiatric outpatients. J Affect Disord, 85:201-206.

Andreasen NC, Canter A (1974) The creative writer: Psychiatric symptoms and family history. Compr Psychiatry, 15: 123-131.

Andreasen NC, Powers PS (1975) Creativity and psychosis: An examination of conceptual style. Arch Gen Psychiatry, 32: 70-73.

Andreasen NC (1987) Creativity and mental illness: Prevalence rates in writers and their first-degree relatives. Am J Psychiatry, 144: 1288-1292.

Goodwin FK, Jamison KR (2007) Manic-Depressive Illness. 2. Basım. Oxford, New York, Oxford University Press.

Juda A (1949) The relationship between highest mental capacity and psychic abnormalities. Am J Psychiatry, 106: 296-307

Jamison KR (1989) Mood disorders and seasonal patterns in British writers and artists. Psychiatry, 52:125-134.

Jamison KR (1993) Touched with fire: Manic-Depressive Illness and the Artistic Temperament. New York, Free Press.

Judd LL, Hubbard B, Janowsky DS, Huey LY, Takahashi KI (1977) The effect of lithium carbonate on the cognitive functions of normal subjects. Arch Gen Psychiatry, 34: 355-357.

Karlsson JL (1970) Genetic association of giftedness and creativity with schizophrenia. Hereditas, 66: 177-182.

Killick K & Schaverien J (1997) Sanat, Psikoterapi ve Psikoz (Çev. B Büyükkal) Yelkovan Yayıncılık, İstanbul, 2003.

Kocsis JH, Shaw ED, Stokes PE, Wilner P, Elliot AS, Sikes C, Myers B, Manevitz A, Parides M (1993) Neuropsycholic effects of lithium discontinuation. J Clin Psychopharmacol, 13: 268-279.

Marshall MH, Neumann CP, Robinson M (1970) Lithium, creativity, and manic-depressive illness. Review and prospectus. Psychosomatics, 11: 406-488

McNeil TF (1971) Prebirth and postbirth influence on the relationship between creative ability and recorded mental illness. J Pers, 39:391-406.

Nowakowska C, Strong CM, Santosa CM, Wang PW, Ketter TA (2005) Temperamental commonalities and differences in euthymic mood disorder patients, creative controls, and healthy controls. J Affect Disord, 85: 207-215.

Polatin P, Fieve RR (1971) Patient rejection of lithium carbonate prophylaxis. JAMA, 218: 864-866.

Richards RL, Kinney DK, Lunde I, Benet M, Merzel AP (1988) Creativity in manic-depressives, cyclothymes, their normal relatives, and control subjects. J Abnorm Psychol, 97: 281-288.

Schou M (1979) Artistic productivity and lithium prophylaxis in manic-depressive illness. Br J Psychiatry, 135: 97-103.

Shaw ED, Mann JJ, Stokes PE, Manevitz AZ (1986) Effects of lithium carbonate on associative productivity and idiosyncrasy in bipolar outpatients. Am J Psychiatry, 143: 1166-1169.

Simenova DI, Chang KD, Strong C, Ketter TA (2005) Creativity in familial bipolar disorder. J Psychiatr Res, 39: 623-631.

Stoll AL, Locke CA, Vuckovic A, Meyer PV (1996) Lithium-associated cognitive and functional deficits reduced by a switch to divalproex sodium: A case series. J Clin Psychiatry, 57: 356-359.

Maçka Cad. Beyaz Apt. No:15 Kat:3 D:6 Maçka - İstanbul

info@olcayyazici.com.tr

+90 212 246 41 21

+90 538 962 57 42

Engin Tasarım